thaysanura

Beyninizi tokatlayan blog

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Sürekli yeni nesil diyoruz, gelecek diyoruz, koltuğumuzu 21(yirmi bir) yaşındaki çocuklara bırakıyoruz, çoklu zeka kuramı diyoruz ama unuttuğumuz bir şeyler var. Gençlerimiz bırakın çoklu zekayı tek tip sıradan bir zekaya, ya da ne bileyim işte eser miktarda da olsa zekaya sahip değiller. Neden sebep ben bunları diyorum. Zeki bir insan mıyım, süper miyim, şahane miyim? Evet ben güzelliğimi annemden, zekamı babamdan almışım, ama hastanede karışmışım. Hastanede karışsam bile bu gerçek değişmez. Annem güzel babam zeki insanlarmış ki şimdiki anneme ve babama benziyorum. Falan filan. Onun için bu yazımı da aynaya bakarak yazıyorum.. konuyu dağıtmanın lüzumu yok. Ömrümde sevmem ne dağınık saçı, ne dağınık konuyu. Dağınık yatak başka ama. Sırf yatağım dağınık kalsın diye hep ranzanın üstünde yattım. Isınan hava genleşip yukarı çıktı, ben daha bir terledim ama olsun. Ne olursa olsun buna değer. Bir de ojelerimizi çıkarmanın nelere değeceğine bakalım. Bir pamuk, biraz aseton.. hayır bunlar yetmez tabi ki.. gerekirse bu iş için parmaklarımızı bile feda edebiliriz.

Evet ilk örnek olayımız ojelerle ilgili. Tarih: 1 mayıs pazartesi, saat: 12.35 , yer: dolmuş. 2(iki) liseli kız ki bunların lise 2(iki) ye gittiklerini aralarındaki kıkırdamalardan anlıyoruz. Önce kendi aralarında terbiyenin kısa bir tanımını yaptılar. Bunun için terbiyesizliği anlatmayı tercih ettiler. Mesela birisi arkadaşının kitabını dolmuşun penceresinden atarsa bu terbiyesizlikti. Belki olabilir. Atılan kitap biyoloji kitabıysa, bu kitap bir hacı abinin camına yapıştıysa ve o sayfada da dişi ve erkek üreme organı varsa evet belki bu sürücü için bir terbiyesizlik olabilirdi. Ama sürücüye göre asıl terbiyesizlik talim terbiye kurulunundu, ya da kızlarını böyle şeyler öğreten okullara gönderen babalarındı. Neyseydi. Dağınık konu sevmem. Terbiye ve terbiyesizlik arasındaki ilişki kurulduktan sonra kızın gözü arkadaşının parmağına takılır. Esas kızımız 2 (iki) gün önce yani cumartesi günü arkadaşına gider. 10 (on) parmağındaki marifeti belirginleştirmek isteyen kızımız oje sürer. Eve geldiğinde yaptığı işten olmasa da seçtiği renkten dolayı pişmanlık duyar. Fakat fuck ki evde aseton yoktur. Ama aklına güzel bir fikir gelir. Önce tırnağını cifle cifler. Oje çizilmez bile çünkü cif böyle bir şeydir. Tüm yüzeylerde kullanılır ve çizmeden temizler, parlatır. Derken çamaşır suyunu dener. Renklilerde kullanınca belki pembe renk beyaza döner diye düşünür ama yine olmaz. Türk genci azimlidir. Ne duvarlar delmiştir bu uğurda. Gözüne hemen zeytinyağı şişesinin yanında duran kireç çözücü çarpmıştır. Artık bu lanet olası ojelerin koca kıçlarını koca tırnaklardan kaldırmanın zamanı gelmiştir. Şişede durduğu gibi durmaya bu kireç çözücü kızımızın önce tırnağına ardından parmağına en sonunda da süzülerek avucunun içine kadar ilerlemeyi başarmıştır. Hilal tekniğini kullanıp düşmanı kıskaca almayı akıl edemeyen komutan yenilgiyi kabul etmiş ve soğuk suya teslim olmuştur.

İkinci olayımızda acı ve göz yaşı yoktur. Burada daha çok genç kızlarımızın hayalleri, umutları ve gelecek planları vardır. Tarih: 3 mayıs çarşamba, saat: 12.48 , yer: aynı dolmuş. Kahramanımız yine gözleri yıldız yıldız, saçları topuz topuz bir liseli esmer kızdır. Bu kız başka bir kızdır. Okulu da farklıdır. Diğer kahramanımız bir çocuk oyuncudur. İsmini bilmiyoruz. Yolculuk esnasında hiç kullanılmadı. Ama perdesi olmayan bir evi görüp kiralık olup olmadığını annesine sorabilecek kadar zeki bir çocuktu. Bu kısım senaryoya yönetmenin isteği üzrerine eklenmişti. Zira 2 aya yakın bir zamandır yeni bir ev arayışı içindeydi ve nereye baksa boş pencereler görüyordu. Zaten liseli esmer kızımızın da dikkatini çeken bu olmuştu.Kızımız küçük yıldızda doktor olma potansiyeli görmüştür. Ama kendisi hiçbir şey olamazsam öğretmen olurumculardan olduğu için öğretmen olmaya kadar verir ve ağzından şu kelimeler dökülüverir apansız. “Sen doktor ol, ben de öğretmen annen gelsin beni istesin.” Kızımızın bir anda hayatı kurtulmuştur. Kendisi yarım gün çalışacak, öğleden sonra toplantılarına gidecek, olmadı Esra Ceyhan, Şebnem Kısaparmak izleyip yerinde şarkılar mırıldanacak, saçına sürekli gölge yaptırıp fön çektirecek, kocasıyla o İzzet Yıldızhan senin bu Nihat Doğan benim konser konser dolaşacak, ertesi gün yediği içtiği kendisinin olup gördüklerini öğretmenler odasında anlatacak ve o anda ek ders hesabı yapan bütün öğretmenler bu kadının yerinde olmayı isteyeceklerdir. Tabi ki arada sırada dışı bizi içi onu yakan kadının hayatı sıkıntılar içinde geçecekti. Bu sıkıntılar kah nöbet günlerinde hemşireden, kah vizite sırasında genç hastalardan, kah yaşlı hastaların yanında doktor koca bulmak amacıyla süslenip püslenip gelmiş cilveli hasta yakınlarından şüphelenmek olacaktı. Belki de bunların hiç biri olamayacaktı. Çünkü altın yumurtlayan tavuk kesilmeyecekti. Buradan aslında 3 (üç) sonuç çıkabilir. İlki erkekler kızlardan daha akıllı, ikincisi cinsiyet farkı olmaksızın ülkemizdeki en zeki fertler 0 (sıfır) ila 6 (altı) yaş arasındakiler, üçüncüsü tek kurtuluş zengin koca. Geçitte inip ben bu konuyu unutmuştum ki bugün bir olay daha oldu.

Sıradaki olayımız yukarda ters çevrili bir şekilde çıkarılmış ilk sonucumuz, belki de bu yönüyle kazağımız diyebiliriz. Tarih: 4 mayıs Perşembe, saat: 10.32, yer: okul. Oldukça şişmanca, bir o kadar da Eda kadar sevimsiz, itici bir öğrenci. Bu etine dolgun birey arkadaşının kravatını bağlayan müdür yardımcısına sırıtarak bakar. Sonra büyük bir gururla “Benim her şeyim tam” der. Oldukça kel, bir o kadar da fodul olan müdür yardımcısı balık etli çocuğa “Senin de beynin yok” der. İri çocuğun ne morali bozulmuş, ne gururu ayaklar altına alınmış ne de yemek yeme hissi törpülenmiştir. Çünkü onun saçı vardır. “Ama saçım güzel.” der ve neşe içerisinde sınıfına doğru gider. Keşke bunu idarecimizin fiziksel özelliklerine bakarak söylemiş olsaydı. Keşke. Bir şişe asetonuna bahse girerim ki bunu yalnızca laf olsun diye söylemişti. Tıpkı beni her gördüğünde nasılsın diye sorduğu gibi. Arsızlık diz boyu, hem de bu diz öyle senin benim dizimle aynı boyda değil. En az bir Ece Gürsel, veyahut Mirsad Türkcan dizi kadar var. Zaten bu kişilerle denize de girilmez, boğuluverir insan bir anda.

Yazıyı yazarken kullandığım tırnak işaretleri, özne yüklem uygunlukları beni 30 (otuz) puanlık kompozisyon yazma yıllarına götürdü. Ama sonra pijamalı olduğumu hatırlayınca aynı otobüsle geri getirdi.Nam-ı diğer oturgaçlı götürgeç.

2 Comments:

At Mayıs 05, 2006 12:57 ÖÖ, Blogger Online said...

Sen bi dersinde öğrencilerine bi IQ testi yap bakalım.Yanılıyosun bence. Yeni nesil senden benden çok daha zeki. Olay eğitim sisteminde. 18 yaşına kadar sen çocuğu tıkarsan saçma salak eğitim veren okullara olacağı bu. Ben 7 sene tam gün okudum. Ne bokuma yaradı. Sadece vakit kaybı. Haa okulda doğru düzgün eğitim olur, bişiler öğretilirse eyvallah.
Her boku gennçlere atmayın. Biraz yaratıcı olun lan öğretmenler olarak. Kitaptan geçirmeyin olayı tahtaya. Doğru düzgün anlatın. Eğlenceli anlatın.
Kardeşimden biliyorum. Geçen seneye kadar adama aptal diyordum. Hiç bi boku beceremiyodu çünkü. Dersleri kötüydü.Meslek okulunda okuyodu. Çevresi berbattı. Gene kendi gibi aptal adamlardan oluşuyodu. Lisesini bitirdikten sonra e-eğitim veren bi üniversteye girdi. Bi yandan okurken bi yandan da çalışmaya başladı. Dediğin gibi 21 değil 18 yaşında oturttu babam koltuğuna. Şimdi dahi gözüyle bakıyorum adama. Babamda süper ticari zeka var diyodum ama kardeşimde en az 10 katı daha fazla. Adam etti bi senede şirketi. Bu adam ticari eğitim alsaydı şimdi ne olurdu bi düşün.
Gençlerin aptal olmasının tek nedeni aptal eğitim sistemimiz, aptal okullarımız,aptal öğretmenlerimiz.(alınmak yok!)

 
At Mayıs 07, 2006 10:25 ÖÖ, Blogger thay said...

eğitim sistemiyle ilgili konuşmayan yok ki. bana söz düşmez. zaten böyle konuşanlar da öğretmenleri herşeyi kitaptan tahtaya geçiren her şeye homurdanan öğrenciler. 7 yıl bana bbir şey katmadı desem yalan olur. en azından tel örgü nasıl açılır, okuldan nasıl kaçılır, öğle tatillerinde nasıl kesişilir onu öğrendim

 

Yorum Gönder

<< Home