thaysanura

Beyninizi tokatlayan blog

Pazartesi, Mayıs 29, 2006

29.05.2006 tarihi itibari ile ... görevine başlamış bulunuyorum. Bu nedenle, tarafınızdan makama gönderilmesi planlanabilecek çiçeklerin şahsımda kabul edildiğini varsayarak çiçeklere ödenecek meblağın, ihtiyaç önceliği bulunan okullarımızdan birinin donanım bakım veya onarımında kullanılmak üzere ZİRAAT BANKASI 39462716-5003 nolu "Eğitime Destek" hesabına yatırılması, yatırılan meblağlara ait dekontların Müdürlüğümüz Özel Kalem Bölümü' ne gönderilmesi veya tebrik kabulü sırasında getirilmesinin uygun olacağı kanaatindeyim.
Eğitime yapacağınız katkılardan dolayı şimdiden teşekkür eder; selam ve saygılar sunarım

Perşembe, Mayıs 18, 2006

Bir mektup yazacağım.. Milena’ya yazılanlardan. Konusu kesinlikle bunalım olmayacak. Arap dudağı gibi yumuşak, tatlı seyler olacak içinde. Ama hemen gönderilmeyecek tabi ki. Benim öldüğümü düşündüğü zaman eline ulaşacak mektup. Okuyunca geniz eti gibi bir etki bırakacak. Okuyucuyu değil de gece yanında uyuyanları daha çok etkileyecek bu et, rahatsız edecek, gribini daha ağır geçecek bu et yüzünden belki ama olsun. Zaten kıştan kışa hatırlanacağım. Yaz ayları bana göre değil. Kelimeler arasından kelebekler uçmayacak belki ama sevginin , sadakatin göstergesi, ispatı olacak bu son mektup. Ayrılsak da mutluluk dilenmeyecek. Zaten ben hiç dilencilik yapmadım ki. Olacak bunlar sana söz bunlar olacak .

Pazar, Mayıs 14, 2006

annemle beraber annenemin anneler gününü kutlamaya gittik. annanem bana anneme onun adına bi hediye almamı ama bunu anneme söylemememi istedi. bu işte bir gariplik var ama

Salı, Mayıs 09, 2006

ben artık cennet mahallesini izlemek istemiyorum. orada oyuncu olmak istiyorum, suflor de olur.

Pazartesi, Mayıs 08, 2006

-ne istemiştiniz bağyan?
hiç bir zaman bu soruya "her zamankinden" diye cevap veremedim. bir değişkenlik, bir hopdiriklik gidiyor 25 küsür senedir. maymun iştahlı mıyım? evek.. ayran gönüllü müyüm? evek.. kişiliğim henüz oturmamış mı? tabi ki evek. bir kimlik arayışında mıyım? hımm sanırım.
ben de fala kapatığımda tutacak bir tane niyetim olsun istiyorum. hiç bir zaman o kahve 2 ye ayrılsın istemiyorum. hiç güven verici değil bu. ilerde olmaz muhtemelen ama olurda bir şirket, holding ya da a.ş. falan sahibi, olmadı genel müdürü olursam kahve falına bakmam gerek elemanın. kahve kaç farklı yoldan tabağın altına ulaşıyor, dilek hemen tutuluyor mu? gerçi var bi tane dileğim ama kara dilek o falda kara çıkıyor. kara çarşaf, kara kahve-kahverengi değil ama- kara kitap, karapürçek, karakol, karadağ, karacadağ, sündiken, ağrı, melendiz

Perşembe, Mayıs 04, 2006

Sürekli yeni nesil diyoruz, gelecek diyoruz, koltuğumuzu 21(yirmi bir) yaşındaki çocuklara bırakıyoruz, çoklu zeka kuramı diyoruz ama unuttuğumuz bir şeyler var. Gençlerimiz bırakın çoklu zekayı tek tip sıradan bir zekaya, ya da ne bileyim işte eser miktarda da olsa zekaya sahip değiller. Neden sebep ben bunları diyorum. Zeki bir insan mıyım, süper miyim, şahane miyim? Evet ben güzelliğimi annemden, zekamı babamdan almışım, ama hastanede karışmışım. Hastanede karışsam bile bu gerçek değişmez. Annem güzel babam zeki insanlarmış ki şimdiki anneme ve babama benziyorum. Falan filan. Onun için bu yazımı da aynaya bakarak yazıyorum.. konuyu dağıtmanın lüzumu yok. Ömrümde sevmem ne dağınık saçı, ne dağınık konuyu. Dağınık yatak başka ama. Sırf yatağım dağınık kalsın diye hep ranzanın üstünde yattım. Isınan hava genleşip yukarı çıktı, ben daha bir terledim ama olsun. Ne olursa olsun buna değer. Bir de ojelerimizi çıkarmanın nelere değeceğine bakalım. Bir pamuk, biraz aseton.. hayır bunlar yetmez tabi ki.. gerekirse bu iş için parmaklarımızı bile feda edebiliriz.

Evet ilk örnek olayımız ojelerle ilgili. Tarih: 1 mayıs pazartesi, saat: 12.35 , yer: dolmuş. 2(iki) liseli kız ki bunların lise 2(iki) ye gittiklerini aralarındaki kıkırdamalardan anlıyoruz. Önce kendi aralarında terbiyenin kısa bir tanımını yaptılar. Bunun için terbiyesizliği anlatmayı tercih ettiler. Mesela birisi arkadaşının kitabını dolmuşun penceresinden atarsa bu terbiyesizlikti. Belki olabilir. Atılan kitap biyoloji kitabıysa, bu kitap bir hacı abinin camına yapıştıysa ve o sayfada da dişi ve erkek üreme organı varsa evet belki bu sürücü için bir terbiyesizlik olabilirdi. Ama sürücüye göre asıl terbiyesizlik talim terbiye kurulunundu, ya da kızlarını böyle şeyler öğreten okullara gönderen babalarındı. Neyseydi. Dağınık konu sevmem. Terbiye ve terbiyesizlik arasındaki ilişki kurulduktan sonra kızın gözü arkadaşının parmağına takılır. Esas kızımız 2 (iki) gün önce yani cumartesi günü arkadaşına gider. 10 (on) parmağındaki marifeti belirginleştirmek isteyen kızımız oje sürer. Eve geldiğinde yaptığı işten olmasa da seçtiği renkten dolayı pişmanlık duyar. Fakat fuck ki evde aseton yoktur. Ama aklına güzel bir fikir gelir. Önce tırnağını cifle cifler. Oje çizilmez bile çünkü cif böyle bir şeydir. Tüm yüzeylerde kullanılır ve çizmeden temizler, parlatır. Derken çamaşır suyunu dener. Renklilerde kullanınca belki pembe renk beyaza döner diye düşünür ama yine olmaz. Türk genci azimlidir. Ne duvarlar delmiştir bu uğurda. Gözüne hemen zeytinyağı şişesinin yanında duran kireç çözücü çarpmıştır. Artık bu lanet olası ojelerin koca kıçlarını koca tırnaklardan kaldırmanın zamanı gelmiştir. Şişede durduğu gibi durmaya bu kireç çözücü kızımızın önce tırnağına ardından parmağına en sonunda da süzülerek avucunun içine kadar ilerlemeyi başarmıştır. Hilal tekniğini kullanıp düşmanı kıskaca almayı akıl edemeyen komutan yenilgiyi kabul etmiş ve soğuk suya teslim olmuştur.

İkinci olayımızda acı ve göz yaşı yoktur. Burada daha çok genç kızlarımızın hayalleri, umutları ve gelecek planları vardır. Tarih: 3 mayıs çarşamba, saat: 12.48 , yer: aynı dolmuş. Kahramanımız yine gözleri yıldız yıldız, saçları topuz topuz bir liseli esmer kızdır. Bu kız başka bir kızdır. Okulu da farklıdır. Diğer kahramanımız bir çocuk oyuncudur. İsmini bilmiyoruz. Yolculuk esnasında hiç kullanılmadı. Ama perdesi olmayan bir evi görüp kiralık olup olmadığını annesine sorabilecek kadar zeki bir çocuktu. Bu kısım senaryoya yönetmenin isteği üzrerine eklenmişti. Zira 2 aya yakın bir zamandır yeni bir ev arayışı içindeydi ve nereye baksa boş pencereler görüyordu. Zaten liseli esmer kızımızın da dikkatini çeken bu olmuştu.Kızımız küçük yıldızda doktor olma potansiyeli görmüştür. Ama kendisi hiçbir şey olamazsam öğretmen olurumculardan olduğu için öğretmen olmaya kadar verir ve ağzından şu kelimeler dökülüverir apansız. “Sen doktor ol, ben de öğretmen annen gelsin beni istesin.” Kızımızın bir anda hayatı kurtulmuştur. Kendisi yarım gün çalışacak, öğleden sonra toplantılarına gidecek, olmadı Esra Ceyhan, Şebnem Kısaparmak izleyip yerinde şarkılar mırıldanacak, saçına sürekli gölge yaptırıp fön çektirecek, kocasıyla o İzzet Yıldızhan senin bu Nihat Doğan benim konser konser dolaşacak, ertesi gün yediği içtiği kendisinin olup gördüklerini öğretmenler odasında anlatacak ve o anda ek ders hesabı yapan bütün öğretmenler bu kadının yerinde olmayı isteyeceklerdir. Tabi ki arada sırada dışı bizi içi onu yakan kadının hayatı sıkıntılar içinde geçecekti. Bu sıkıntılar kah nöbet günlerinde hemşireden, kah vizite sırasında genç hastalardan, kah yaşlı hastaların yanında doktor koca bulmak amacıyla süslenip püslenip gelmiş cilveli hasta yakınlarından şüphelenmek olacaktı. Belki de bunların hiç biri olamayacaktı. Çünkü altın yumurtlayan tavuk kesilmeyecekti. Buradan aslında 3 (üç) sonuç çıkabilir. İlki erkekler kızlardan daha akıllı, ikincisi cinsiyet farkı olmaksızın ülkemizdeki en zeki fertler 0 (sıfır) ila 6 (altı) yaş arasındakiler, üçüncüsü tek kurtuluş zengin koca. Geçitte inip ben bu konuyu unutmuştum ki bugün bir olay daha oldu.

Sıradaki olayımız yukarda ters çevrili bir şekilde çıkarılmış ilk sonucumuz, belki de bu yönüyle kazağımız diyebiliriz. Tarih: 4 mayıs Perşembe, saat: 10.32, yer: okul. Oldukça şişmanca, bir o kadar da Eda kadar sevimsiz, itici bir öğrenci. Bu etine dolgun birey arkadaşının kravatını bağlayan müdür yardımcısına sırıtarak bakar. Sonra büyük bir gururla “Benim her şeyim tam” der. Oldukça kel, bir o kadar da fodul olan müdür yardımcısı balık etli çocuğa “Senin de beynin yok” der. İri çocuğun ne morali bozulmuş, ne gururu ayaklar altına alınmış ne de yemek yeme hissi törpülenmiştir. Çünkü onun saçı vardır. “Ama saçım güzel.” der ve neşe içerisinde sınıfına doğru gider. Keşke bunu idarecimizin fiziksel özelliklerine bakarak söylemiş olsaydı. Keşke. Bir şişe asetonuna bahse girerim ki bunu yalnızca laf olsun diye söylemişti. Tıpkı beni her gördüğünde nasılsın diye sorduğu gibi. Arsızlık diz boyu, hem de bu diz öyle senin benim dizimle aynı boyda değil. En az bir Ece Gürsel, veyahut Mirsad Türkcan dizi kadar var. Zaten bu kişilerle denize de girilmez, boğuluverir insan bir anda.

Yazıyı yazarken kullandığım tırnak işaretleri, özne yüklem uygunlukları beni 30 (otuz) puanlık kompozisyon yazma yıllarına götürdü. Ama sonra pijamalı olduğumu hatırlayınca aynı otobüsle geri getirdi.Nam-ı diğer oturgaçlı götürgeç.

Çarşamba, Mayıs 03, 2006

kkk