ecza değil ceza
Annemle kavga etmemize rağmen masamda taze sıkılmış portakal suyu olması beni hasta ediyor.
Beyninizi tokatlayan blog
Annemle kavga etmemize rağmen masamda taze sıkılmış portakal suyu olması beni hasta ediyor.
dün uzun zamandan sonra otobüse bindim. hatta binmedim. durakta bekledim. yarım saat sonra geleceğini bildiğim halde belediye otobüsünü bekledim. gelip geçen halk otobüslerinin yüzüne bile bakmadım. çarşı dönüşü saateleriydi. simit alınıp eve dönüş saatleriydi aynı zamanda geçmiş zamanlar için. ben çay içmezdim o yıllarda o yüzden durakta başlardım yemeye. tam saati dolmuştu otobüsün uzaktan göründü ama ben halk otobüsüne bindim. hem de en son bindim. tüm yolu ayakta geldim. otobüste ayakta oturunca mı daha çabuk biter yol koşunca mı acaba?
bu yazı neden yalnızca çiçekçilerin camında yazar ki? sanki, başka hiçbir şey bu iş için kullanılmaz gibi. mesela bir kasap dükkanının camında bu yazı olsa, kaldırıma yanaşmış bir araba..kaportaya koyunun postu serilir,böylece motor hemen ısınır ve kolayca hareket edilebilir. aynalara takım ciğerler, kapı koluna birere boynuz belkiarka camda işkembeden isimlerin baş harfleri, egzos borusunun ucuna da şehrin trafik durumuna göre 2 ila 12 metre arasında değişen ölçülerde bağırsak. tabi ki böyle bir arabanın arkasından koşan çocuklar yerine mahallenin kedi köpekleri
işten eve, evden işe, öğleden sonradan akşama, pazartesinden cumaya, cumartesinden çarşambaya taşınan işler. pnlar taşındıkça ordan oraya benim yüküm daha da ağırlaşıyor. basamak inerken sıfırlar atılıyor Allahtan.ama şu an tek derdim içtiğim şeyin portakal mı, mandalina suyu mu oldugunu anlamak. gerisi fasa fiso. sonuçta hiç biri karın doyurmuyor, yüzümü güldürmüyor. kahrolası vişne suyu
dear azul tristeza,
kahrolası kıçımı şu kahrolası sandalyeden kaldırıp kahrolası yataga koyucam. sabah kahrolası okula gidip kahrolası nöbetimi tutup kahrolası sınıfa giricem. öğleden sonra kahrolası bir misafirimiz var. akşama kahrolası mutfakta yenececek olan 10 kişilik kahrolası yemekten sonra kahrolası çaylar içilip kahrolası meyveler yenecek ve ben yarın bu kahrolası kıçımı hiç yere koyamadan yine kahrolası yataga gömücem ve kahrolası bir slogan atıcam. kahrolsun sütyenler, memeler dışarı..
An itibariyle Televizyon Makinası'nda Melissa P. ve Cem Karaca şarkıları var. Bunun ne anlama geldiğinide senden* başka kimse anlamaz.
gökyüzünün gri olması ne kadar güzel birsey diye düşündüm önce, sonra bu güzelliği her zaman görebileceğim bir göz istedim. önce sevgili gözünde hayal ettim, sonra sevgilinin gözü kahverengi olsa da olur dedim. kendi gözümü düşündüm. cekmeceden çıkardım baktım aynaya. gri lens takmanın daha mantıklı olacağını düşündüm. çünkü gözümün hep gri olmasından sıkılabilirdim ve gri göz dilersem belki birgün gerçekleşirdi. bu tehlikeyi göze alamazdım. bunları düşünürken lens fiyatlarına baktım. bu ay olmazdı, mart hiç olmazdı. nisan a kadar bu fikirden cayabilirdim. şimdi gri lensim olmalıydı. sevgililer günü denilen, tüm dünyadaki alışveriş merkezlerinde kutlanan, ya çıtırların ya da menopoz döneminde olanların sabırsızlıkla beklediği ama hiç bir belirli gün ve haftalar kitabında yer almayan günde gri lensi birisi hediye edebilirdi diye düşündüm. ama benim sevgilim yapmazdı böyle şeyleri, zaten yapsa benim sevgilim olmazdı, belki de hiç olmadı, belki de hep bana gri lens aldıgı için olmamıştır.
Adalet mülkün temelidir. Ama mülkü yok edilmiş birisi olarak bu temel ne kadar sağlam olabilir ki?
dokunabildiğim, beslediğim, kumunu almaya beraber gittiğim, bir çok defa tırmık yediğim, beraber aynı odada uyuduğum kopça bugun aramızdan ayrılmış.
her biri farklı yöntemlerle kırılmış 5 yumurta ve bu 5 yumurta ile yapılmış bir kek. yumurtalar sırayla kırıldı ama hiç birisi mutfaga kameralar girdiğinde ya da ben bir studyoya gittiğimde sergilenebilecek cinsten değildi. sıradan kırılmış yumurtalar, sıradan kaçmış çoraplar gibi, sıralar yüzünden kaçan çoraplar gibi. lise yıllarında çoraplara verdiğimiz para en az fotokopiye verdiğimiz para kadardı, bizim okulun fotokopi makinası hiç sağlam olmazdı, spor kolu parası da hiç toplanamazdı. sınıf başkanın birinci göreviydi yazılı parası, spor parası, gazete parası toplamak. ortalama 35 kişilik bir sınıftaki kızların bir aylık çorap parası ile çok sayıda basketbol ve voleybol topu ya da ikinci el az kullanılmış, sahibinden bir fotokopya makinası alınabilirdi. penti star 86, la famme 500, saks 57 en çok satılanlar listesinin başında yer alırdı. bronz görunum istiyorsak alta 57 üstüne 500 giyerdik. bacaklarımız perde gibi dururdu. dalgalı biraz, 2 kat naylon üstüste gelince bu normaldi. ama alttaki 57 kaçınca komik olurdu, çatlamış bir bacak, sıradan çatlamış bacaklar. 86 giydiğimiz günlerde sırada kontrol olmasın diye dua ederdik, gömleksiz yalnızca kazak giydiğimizde kontrol olmasın diye dua ederdik, parlatıcı sürdüğümüz gün Sabriye nöbetçi olmasın diye dua ederdik. inançlı bir öğrenci topluluğu olmuşturmuştu kızlar. sıradan inançlı öğrenci topluluğu..
Arda boylarının Arda'sı, Meriç Nehri'nin Meriç'i, bir de Mimar Sinan'ın inşaat mühendisi Sinan'ı. En az Tatlıses lahmacunun sarı-yeşil renkleri kadar birbirine uyumlu dizinin şehirleri ve karakterlerinin isimleri.
bırakın birlikteliğinizi mesafeler ayırsın.